Pazartesi 20:00 - 00:00

A.G.M.

Raftamı Yoksa Kulağında mı ?

NE KADAR ÇOK ANLATTIYSAM O KADAR ÇOK DİNLENDİM
VE ŞİMDİ EN ÇOOK DİNLENEN BENİMM..
NEDEN Mİ
NEREDEN Mİ BİLİYORUM BUNU..

ASLINDA OLAY BASİT
BEN ÇALIŞMAK VE YORULMAK YERİNE
DİNLENEREK YAYIN YAPIYORUMMMMM

YANİ HİÇ KİMSE BENDEN DAHA ÇOK DİNLENMİYOR :))

Radyo'da Ben ?

Radyonun Tarihini Bilmem
Çünkü Araştıracak Vaktim Hiç Olmadı
Ama Şimdi artık BU Asıl İşim Olduğunu İçin Araştırma Vakti

Türk medya tarihi sürecini başlatan matbaa ülkeye 200 yıl gecikmeli gelmiş, matbaanın
gazete baskısında kullanılması ise gelişinden yaklaşık 100 yıl sonra mümkün olmuştur.
Bilinen ilk Türkçe gazete, 1828 yılında Mısır’da yayımlanan Vakayi-i Mısriye’dir. 1831
yılındaysa Türk basın tarihinin en uzun ömürlü gazetelerinden Takvim-i Vakayi ortaya
çıkmıştır (Koloğlu, 2006: 24). 1828’den günümüze, Türk basın tarihine ilişkin birçok
çalışma yapılmıştır. Gazetelerin matbu olma özellikleri kolayca arşivlenmelerine olanak
vermektedir. Bu özelliklerinden dolayı tarih alanında çalışan araştırmacılara kaynak teşkil
eden gazeteler, kendi tarihlerinin yazımını da, maddi varlıklarıyla mümkün
kılmaktadırlar. Fakat medyanın kronolojik olarak gazeteden sonra icat edilen mecrası
olan radyo için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Dünyada 1920’lerde başlayan
radyo yayıncılığı, 7 yıl gibi bir gecikmeyle Türk halkıyla buluşmuştur (Cankaya, 2003:
18-19). Gazeteye nispeten kısa süren bu teknoloji transferinin hikâyesi ve kapsamıyla
ilgili elle tutulur kaynaklara ulaşmak çok da kolay olmamaktadır. Bu durumun başlıca
nedeni, dönemin radyo yayınlarının arşivlenmesi için ayrıca bir teknolojinin ve
tecrübenin gerekli olmasıdır. Dolayısıyla Türk medya tarihinin temel taşlarından olan
radyonun hikâyesi ve kapsamı, ancak gazete arşivleri, yayımlanmış anılar ve alandaki
araştırmacıların çalışmalarından elde edilecek bilgilerle anlaşılabilmektedir.
Bu bağlamda radyo söz konusu olduğunda 1964 yılına kadar, yayın içerikleriyle ilgili
kapsamlı çalışmalara rastlamak mümkün değildir. Ne yazık ki 1927’de düzenli radyo
yayınlarının başlamasından, 1964 yılında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun (TRT)
kurulması ve radyo yayıncılığını himaye etmesine kadar geçen süre zarfında yayın
içerikleri neredeyse hiç arşivlenememiştir. Özellikle radyo yayınlarının ilk yetkilisi olan
Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi (TTTAŞ) ve devamındaki o günkü adıyla Posta
Telgraf ve Telefon Müdüriyeti (PTT) yönetimi dönemlerine ait program kayıtları yok
denecek kadar azdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren dinleyicileriyle, Türk dilinin en yalın telaffuzuyla,
gündem haberlerini, Türk müziğini ve bu gibi birçok kültürel, sanatsal ve sosyal
gelişmeyi paylaşan radyo, birçok akademik çalışmaya konu olmuştur ve olmaktadır.
Türkiye’de radyonun tarihine ilişkin yapılan çalışmalara gün geçtikçe yenileri
eklenmektedir. Bu durum beraberinde kimi zaman önceki çalışmalardaki bazı bilgilerin
yanlış veya eksik olduğu gerçeğini de ortaya çıkartmaktadır. Maalesef konuyla ilgili
kapsamlı bir literatür taraması yapılmadığı ve güncel çalışmalara ulaşılmadığı takdirde
hataların ve eksikliklerin yinelenmesi de kaçınılmaz olabilmektedir.
1. İlk Canlı Yayın ile Türk Radyoculuk Tarihinin Başlaması
1880’lerin sonunda Heinrich Hertz’in elektromanyetik dalgalarla elektriğin
iletilebileceğini keşfetmesi, radyoya giden ilk adım olmuştur. Elektromanyetik dalgalar
yoluyla iletişime geçme yöntemi önceleri gemilerin haberleşmeleri için kullanılmış,
20.yy.’ın ilk yıllarında ise amatör olarak radyoculuk başlamıştır.
1885 Heinrich Hertz elektromanyetik dalgalarla elektriğin iletilebileceğini kanıtladı.
Hertz, 1880'lerin sonlarında bu dalgaları göndermek ve almak için deneyler yaptı.
1891 Radyolar denizdeki gemilerde görünmeye başladı. Böylece gemilerin hem
güvenilirliği hem de güvenliği gelişti.
1892 Nikola Tesla kablosuz olarak elektromanyetik enerjiyi iletti ve 1893'te St. Louis'de
ilk halka açık radyo gösterisini yaptı.
1896 Guglielmo Marconi telsiz cihazının patent koruması için başvurdu ve 1897'de
Kablosuz Telgraf ve Sinyal Şirketi'ni kurdu.
1901 Marconi tarafından Atlantik Okyanusu’nu aşarak İrlanda’dan Kanada’ya giden ilk
sinyal gönderildi.
1902 Amatör radyo ABD kamuoyuna, Scientific American'da yayımlanan Küçük Bir
Maliyette Verimli bir Telsiz Telgraf Cihazının Nasıl Yapılır başlıklı bir makaleyle
tanıtıldı.
1906 Reginald Fessenden tarafından konuşma ve müzik içeren ilk radyo programı
yapıldı.
1910 Uçaklarla haberleşme için ilk kez radyo dalgaları kullanıldı.
1917 I.Dünya Savaşı başladığında ABD’de bulunan ve ihtiyaca hizmet etmeyen tüm
radyo istasyonları kapatıldı.
1926 İlk daimi ulusal ağ olan NBC kuruldu. Onu bir yıl sonra CBS takip etti.
1927 Kaotik radyo dalgalarına düzen getirmek için Federal Radyo Komisyonu kuruldu.
(Federal Communications Commission: 2004).
Yukarıda da görüleceği gibi bilinen anlamdaki ilk radyo yayını 1906 yılında yapılmıştır.
Altyapı, verici, radyo alıcısı gibi teknik donanım gerektiren bu mecranın Türkiye’ye
gelmesi ise 1920’nin ikinci yarısında mümkün olmuştur. O yıllarda Türkiye’de söz
konusu teknolojilerin üretilememesi ve bu teknolojilerin ithalatının masraflı olması ilk
radyo yayınının kısa süreli de olsa gecikmesinin başlıca nedenlerindendir. Bununla
beraber Türkiye’de verici kurmanın ve yayın yapmanın devlet tekelinde olduğu da göz
önünde bulundurulursa radyo konusunda bir eşzamanlı gelişme olamayacağı da
görülecektir. Ancak tüm bu imkânsızlıklara rağmen Türkiye’nin radyoyla tanışması çok
zaman almamıştır. Matbaanın gelişinin 200 yıla yakın bir süre geciktiği göz önünde
bulundurulduğunda, radyoda yaşanan gecikmenin kayda değer olmadığı bile söylenebilir.
Radyonun Türkçedeki ilk anılış biçimi telsiz telefonudur. Çünkü radyonun Türkiye’ye
girişi telsiz telgrafın türevi biçiminde olmuştur (Kocabaşoğlu, 2010: 33). Bunun temel
nedeni ise başlangıçta radyo yayınlarının iletilmesi için mevcut telsiz, telgraf ve telefonun
altyapısının kullanılmış olmasıdır.
Türkiye’de amatör olarak radyo yayınlarının dünyayla eşzamanlı bir şekilde başlamamış
olması, radyonun daha önce hiç denenmediği anlamına gelmemektedir. 1940’lı yıllarda
Basın Yayın Umum Müdürlüğü yapan Veysel İlkin (1945: 1), anılarını
Radyo isimli dergide şu şekilde aktarmış ve Türkiye’de ilk radyo yayını denemesinin 1921-1923 yılları
arasında gerçekleştiğini kaydetmiştir;
Yirmi iki yıl önceki hatıralarımı yokluyorum. Gözlerimin önünde şu manzara canlanıyor.
Eski İstanbul Darülfünunun konferans salonundayız. Orada yerli ve yabancı büyük bir
davetli kalabalığı toplanmış. Salonun pencereye yakın bir köşesine, geniş bir masa
üzerine iri boyda simsiyah bir alet yerleştirilmiş. Üzerinde, yanında, yine en iri boydan
trombonları andıran siyah hoparlörler görüyoruz. İzahatı heyecanla dinliyoruz. Tecrübeyi
heyecanla bekliyoruz. Zira hemen iki adım ötedeki Yüksek Muallim Mektebi’nden
müzikli radyo neşriyatı yapılacaktır. Hoparlörlerden cızırtılarla çıkan ses hala
kulaklarımdadır. Bu ilk tecrübede daha çok parazit dinlemiştik.
Yer yer parazitlerin karıştığı söz konusu yayının içeriğine ait bir başka bilgiyi ise İstanbul
Radyosu müdürlerinden Turgut Özakman (2000: 182) şu şekilde aktarmıştır;
Sonunda beklenen an gelir. Yayın Rüştü Bey’in kısa bir konuşmasıyla başlar. Yeğeni
Ahmet konuşmayı Fransızca özetler. Genç bir flütçünün çaldığı zeybek havasından sonra,
Bakırköy İttihad-ı Osmani özel okulunda müzik öğretmenliği yapan Afife Hanım,
Rossignol adlı parçayı söyler. O kadar alkışlanır ki, Afife Hanım birkaç kez mikrofona
gelir.
Yukarıda sözü edilen denemeyle ilgili yazılı basında yer alan habere ise 20 Mart 1923
tarihli Tevhid-i Efkar gazetesinde rastlanmaktadır (Cankaya, 2003: 18);
Şehrimizde Telsiz Telefon tecrübeleri… Darülmuallim’in muallimlerimizden Rüştü Bey,
bir aydan beri İstanbul halkına dahi, Avrupa ve Amerika’da birdenbire fevkalade
teemmün eden telsiz telefon hakkında bir fikir verebilmek için tecrübeler yapmaktadır.
Dün Darülmuallim’in konferans salonunda bir nutuk, ney ile çalınan zeybek şarkısı
terennümanı, Darülfünundan vazıh bir suretle dinlenebilmiştir. Mamafih konser namesi
arasında limanımızdaki sefainin telsiz telgraf muhaberatı dahi karışmaktaydı…
Tevhid-i Efkar’da yer alan bu haberle yayının tarihi de netlik kazanmıştır. Haberde yer
alan dün ifadesiyle haberin tarihi karşılaştırıldığında, yayının tarihinin 19 Mart 1923
olduğu ortaya çıkmaktadır. Söz konusu haber konuyla ilgili araştırma yapanlara tarih
konusunda bir netlik kazandırmıştır. Ayrıca haberde adı geçen Darülmuallim’in günümüz
deyimiyle yüksek öğretmen okulunun öğretmenlerinden Rüştü Bey ise Türkiye’de
Mesleki ve Teknik Eğitimin kurucusu ve ilk müsteşarı olan Mehmet Rüştü Uzel’dir.
Uzel’in Türkiye’deki ilk radyo yayını denemesini yaptığına ilişkin bir diğer bilgiye ise
Şevket Süreyya Aydemir’in (1991: 386) İkinci Adam isimli kitabında rastlanmaktadır.
Aydemir ilgili sayfanın dipnotunda Uzel için, Bu toprağın beklediği adamlardan biriydi
ama bu toprağın alıştığı adam değildi, ifadesini kullanarak şu bilgileri kaydetmiştir;
Rüştü Uzel, köy mektebinden sonra orta-lise tahsilini tamamlayarak devlet hesabına
Fransa’ya gönderildi. Grenobi’de fizik-kimya tahsil etti. Kastamonu Lisesi’nde ve
İstanbul Darülfünununda hoca oldu. Bizde ilk tecrübe radyo yayınını, hem de kendi
başardığı bir cihazla yapan odur. Sonra Maarif Vekâletine alındı. Yüksek ve Mesleki
Tedrisat Umum Müdürü oldu.
Söz konusu yayınla ilgili nispeten bugüne yakın tarihli bir kaynağa da TRT tarafından
yayımlanan TRT Vizyon Dergisi’nin ilk sayısında rastlanmaktadır (Uçar, 2009: 7);
İstanbul’daki Öğretmen Okulu’nun kimya öğretmeni Rüştü Uzel başkanlığındaki bir
öğrenci grubu deneme yayını yapmak için hazırlıklara girişir. İlk radyo yayını 19 Mart
1923 tarihinde Öğretmen Okulu’nun bodrumunda, davetliler ve basın huzurunda
gerçekleştirilir. Yayın İstanbul Üniversitesi’nde o zamanki adıyla Zeynep Kamil
Konağı’nda toplananlar tarafından heyecanla dinlenir.
Yukarıda aktarılan bilgilerden hareketle, Darülmuallimin’den yani dönemin Öğretmen
Okulu’ndan yapılan bu yayın, Darülfunun’dan yani İstanbul Üniversitesi eski binasından
dinlenmiştir. O zamanlar Darülmuallimin binasının Çapa semtinde bulunduğu (Taşer,
2010: 142), önceleri Zeynep Hanım Konağı olarak tanınan eski Darülfunun binasının da
Laleli semtinde olduğu göz önünde bulundurulursa, kayıtlara geçen ilk radyo yayınının
vericisiyle alıcısı arasındaki mesafenin yaklaşık 2 kilometre olduğu söylenebilir.
Yukarıda geçen anılardan son derece cızırtılı olduğu anlaşılan yayına zaman zaman da
Marmara Denizi’nde kıyıya yakın bulunan gemilerin telsiz haberleşmelerinin de karıştığı
anlaşılmaktadır. Bu yayın bir deneme yayını olsa da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde
bilinen ilk canlı radyo yayınıdır denilebilir. Bu canlı yayında Rüştü Bey’in konuşması ve
hazırlanan konser dinleyicilerle buluşmuştur. “1922’de New York ile Chicago arasındaki
futbol karşılaşmasının ABD’de yapılan ilk naklen yayın olduğu göz önünde tutulursa,
Rüştü Bey’in kendi olanaklarıyla gerçekleştirdiği bu deneme çok önemli bir girişimdir.”
(TRT, 1990: 9).
Bu verilerden hareketle Türkiye’deki bu yayının ABD’deki emsalinden en fazla bir yıl
gecikmiş olduğu söylenebilir. Aradaki en önemli fark ABD’deki yayının bir program
niteliği taşıması, Türkiye’dekinin ise bir deneme yayını olmasıdır. Türkiye’de söz konusu
dönemdeki gerek teknik imkânsızlıklar gerekse yasal düzenlemeler göz önünde
bulundurulduğunda, bu gecikmenin gerekçeleri de görülmektedir.
1923 yılının başlarında gerçekleşen radyo yayını denemeleri söz konusu dönemde
Türkiye’de radyo konusundaki farkındalığın yüksek olduğuna dair ipuçları vermektedir.
Ülkedeki radyo yayını denemeleri bununla da sınırlı kalmamıştır. Her ne kadar teknik
teçhizata ulaşmak zor olsa da insanlar matbaada yaşanan gecikmenin tekrar edilmesinden
korkarcasına bu yeni iletişim teknolojisini merak ve heyecanla takip etmekte, tüm
imkânları zorlayıp çeşitli denemeler yapmaktadırlar. Türkiye piyasasında radyo
alıcılarının uzun yılar son derece pahalı kalması ve yukarıda söz edilen imkânsızlıklar
nedeniyle amatör radyoculuğun, radyo alıcısı yapmak biçiminde gelişmesi, kuşkusuz bu
ekonomik darboğazın üstesinden gelmek amacına yöneliktir (Kocabaşoğlu: 2010: 33).
2. Düzenli Radyo Yayıncılığına Kapı Aralayan Gelişmeler
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne özgü, ‘Muhabere olmadan muharebe olmaz’ deyimi özellikle
Kurtuluş Savaşı yılları için ayrı bir öneme sahiptir. Hızlı haberleşmenin savaş yıllarında
cephelerdeki sevk ve idare üzerindeki rolü savaşların kaderini değiştirecek ölçüde
önemlidir.
Nitekim Kurtuluş Savaşı yıllarında hızlı haberleşmenin öneminin altını çizen birçok olay yaşanmıştır.
Örneğin Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’unda, 829 kez telgraf,
256 kez telgrafname, 56 kez telgrafhane, 29 kez telefon, 170 kez muhabere, 32 kez
telgraf hattı kelimelerinin tekrar edilmiş olması haberleşmenin İstiklal Savaşımızda ne
kadar önem taşıdığını gösterir (Köksal, 2016). Bunun yanı sıra Nutuk’ta (Atatürk, 2015:
316) telgraf memuru Manastırlı Hamdi Efendi’den söz edilerek hızlı haberleşmenin
önemi vurgulanmıştır;
Bu hamiyetli ve cesur Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felaketinden kim bilir
haber almak için ne kadar bekleyip duracaktık. İstanbul'da bulunan nazır, mebus,
kumandan, teşkilatımız mensupları içinden bir zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeyi
düşünememiş olduğu anlaşılıyor. Demek ki, hepsini heyecan ve helecan kaplamıştı. Bir
ucu Ankara'da bulunan telin İstanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir
hale gelmiş olduklarına bilmem ki hükmetmek caiz olur mu? Telgraf memuru Hamdi
Efendi daha sonra bizzat Ankara'ya gelerek karargâhımız telgraf memurluğunu yapmıştır.
Kendisine borçlu olduğum teşekkürü burada alenen ifade etmeyi milli ve vatani
vazifelerimden sayarım.
Atatürk’ün hızlı haberleşmeye verdiği önemin bir kanıtı da Anadolu Ajansı’nın
kuruluşudur. Anadolu Ajansı, Kurtuluş Savaşı’nın zor günlerinde, Anadolu’daki
gelişmeleri ülke içinde ve dışında duyurmak amacıyla 6 Nisan 1920 günü çalışmaya
başlayan bir haber örgütüdür (Girgin, 2009: 175). Haberleşme savaşın ardından kurulan
yeni Cumhuriyet için de son derece önemli bir konu olacaktır. Ancak dönemin
koşullarında mevcut haberleşme altyapısı, ihtiyacı karşılamamaktadır. Bu bakımdan başta
Atatürk olmak üzere devletin kurucu kadrosunun haberleşme konusundaki farkındalıkları
tartışmasız bir konudur. Nitekim Cumhuriyet’in ilk yıllarında hızlı haberleşmenin
altyapısına yönelik hazırlıklara önem verilmiştir. Söz konusu dönemde hızlı haberleşme
aygıtları, telsiz, telgraf ve telefondur. Dolayısıyla bu üç haberleşme aracına ait altyapının
güçlendirilmesi, aktif bir şekilde işletilmesi ve olabildiğince yaygınlaştırılması öncelikli
hedef olmuştur. Bu üç aracın altyapısına ilişkin çalışmalar Türkiye’de radyoya giden
yolun da kapısını aralamıştır. Telsiz ve telgrafın teknik altyapılarının, radyo teknolojisine
uyarlanabilecek özellikte olması dönemin hükümetinin farkında olmadan Türkiye’de
radyo istasyonlarının temelini atmasına vesile olmuştur. Dolayısıyla hızlı haberleşme
ihtiyacına yönelik kanunlar, ihaleler ve çalışmalar ilk radyo istasyonunun kuruluşuna
zemin hazırlamıştır.
Hızlı haberleşme ihtiyacının karşılanmasına yönelik yasal altyapı, bu tip iletişim yetkisini
PTT idaresine veren 21 Şubat 1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu
olmuştur (İçel, 2015: 74). Söz konusu kanun, 4 bölümden oluşmaktadır (Telgraf ve
Telefon Kanunu, www.tbmm.gov.tr Erişim: 03.04.2018). Birinci bölüm tekel yapısından,
ikinci bölüm yetkilendirmeden, üçüncü bölüm cezai yaptırımlardan ve dördüncü bölüm
ise fiyatlandırma ve tarifelerden söz etmektedir. Kanunun birinci maddesinde; Türkiye
Cumhuriyeti sınırları dâhilinde telgraf, telefon tesis ve işletmesinin sadece hükümetin
elinde olduğu, bu tekelin uygulanmasında ise sadece PTT idaresinin yetkili olduğu
belirtilmiştir. Kanunun özellikle 2. ve 3. maddeleri telgraf, telsiz ve telefon
istasyonlarının yapımı ve işletilmesi için söz konusu tekelden muafiyet şartlarını
düzenlemektedir. Söz konusu muafiyetler telekomünikasyon şirketlerinin haberleşmenin
tesisi ve işletmesi için hükümetten yetki almasının yolunu açmıştır.
Telekomünikasyon alanını düzenleyen yasayla bu alanda bir tekel konumu oluşturulması
ve tekelden muaf tutulan durumların belirtilerek imtiyazlı şirketlerin kurulmasına olanak
tanınması döneme özgü ekonomi politikalarıyla uyum içindedir. Yukarıda da belirtildiği
gibi cumhuriyet yönetiminin 1920’lerin sonuna kadar uyguladığı ekonomi politikası
çeşitli alanlarda tekeller kurarak özel sektöre devretmeyi öngörmektedir. Özel sektörün
zenginleşmesi sayesinde ekonominin de gelişeceğine ilişkin görüşün bir yansıması olan
bu uygulama telekomünikasyon alanında da geçerli olmuş; bu sayede alanda imtiyazlı
şirketler kurulmuştur (Kubilay, 2003: 94-95).

93.7 fm, 93.7 fm, 93.7 radyo,radyosu,radyo su,<bolufm,bolu fm,boluradyoları,bolu radyoları,bolureklam,bolu reklam,radyo reklamı,elemanilanı,boluradyoreklamı,boluelemanilanı,
Telgraf ve Telefon Kanunu’nun içerisinde bir başka dikkat çeken ibare ise; 3. maddenin
V fıkrasında yer almaktadır. Buna göre; telgraf, telefon inşaat ve tesisatı yapacak şirketin
tüm memurları hatta müstahdemleri Türklerden oluşmak zorundadır. Bu ifadenin önemi
ileride imtiyazın verileceği şirketin ulusal yapısı söz konusu olduğunda önem
kazanacaktır. Bu kanunun akabinde TBMM tarafından 3 maddeden oluşan ve telsiz
istasyonlarına ayrılacak bütçenin detaylarının yer aldığı 554 numaralı Telsiz Tesisi
Hakkında Kanun çıkarılır (Telsiz Tesisi Hakkında Kanun, www.tbmm.gov.tr Erişim:
08.05.2018).
Radyonun Türkiye’ye girişi aslında telsiz telgraf türevi biçiminde olmuştur. Kurtuluş
Savaşı sırasında iletişim gereksiniminin önemi daha iyi anlaşılmış ve bu alanda ülkede
büyük bir boşluk olduğu görülmüştür. Bu boşluğu önce telsiz telgrafla doldurmak; yurt
içi ve yurt dışı iletişimi kolaylaştırmak amacıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında girişimlerde
bulunulmuştur. Bu amaçla 1925 yılında ‘Telsiz Tesisi Hakkında Kanun’ adıyla bir yasa
çıkarılmıştır. Bu yasa, ‘Ankara’da büyük bir telsiz istasyonuyla memlekette dâhili bir
telsiz şebekesini öngörmekteydi (Kocabaşoğlu, 2010: 33).
PTT söz konusu kanuna dayanarak, Ankara ve İstanbul’da birer telsiz telgraf istasyonu
kurulması amacıyla bir teknik komisyon oluşturmuştur. PTT, Milli Müdafaa ve Bahriye
Bakanlıkları temsilcilerinden oluşan teknik komisyon bir şartname hazırlayarak
istasyonların yapımını ihaleye çıkartmıştır (Kocabaşoğlu, 2010: 34).
Önce Ankara ve İstanbul’da birer telsiz telgraf istasyonu kurulması amaçlanmış ve bir
şartname hazırlanarak istasyonların yapımı ihaleye çıkarılmıştır. Başvuran şirketlerden
Alman Siemens ve Fransız T.S.F. Şirketi ile yapılan pazarlıklar sonucu, telsiz telgraf
kurma işi Fransız T.S.F. Şirketine verilmiştir. Bu çok doğal bir gelişmeydi. Çünkü
Türkiye’de bu teknolojiyi kuracak yerli bir şirket yoktur (Cankaya, 2003: 19).
Söz konusu ihalenin Fransız şirketi tarafından kazanılmasıyla telsiz ve telgraf vericileri
bu şirket tarafından inşa edilmiştir. Adı geçen ihalede şirkete radyo istasyonu kurma,
radyo yayıncılığı veya telsiz ya da telgraf haberleşmesinin yürütülmesine dair bir yetki
verilmemiştir. İhale sadece verici inşasıyla sınırlıdır. Fransız şirket ihalenin gerektirdiği
gibi verici istasyonlarını kurmuştur...

NOT:Siz Okumuş Olabilirsiniz Ama Ben Hala Okumadım :)) Ciddiyim.

"RADYOSU AÇIK OLAN HERKES BİZİ DİNLİYOR DEMEKTİR"
BOLU RADYO SU 93.7

93.7 fm, 93.7 fm, 93.7 radyo,radyosu,radyo su,<bolufm,bolu fm,boluradyoları,bolu radyoları,bolureklam,bolu reklam,radyo reklamı,elemanilanı,boluradyoreklamı,boluelemanilanı,

BİZDEN HABERLER

TÜMÜ